X

Tevhîd yâhud Feryâd

Tevhid Yahud Feryad

Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim,

Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim!

Kürsî-i celâlin -ki semâlarla zeminler

Bir nokta kadar sahn-i mıchîtinde tutar yer-

İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet…

Yâ Rab, o ne dehşettir, İlâhî, o ne heybet!

Pervâzına yetmez gibi pehnâ yı avâlim,

Gâhî seni bulsam diye, âvâre hayâlim

Bir şevk ile lâhûta kadar yükseleyim der:

Lâkin nasıl olsun ki bu mi´râca muzaffer

Nâsût muhîtinde henüz çalkalanırken,

Bir dest-i tecebbür dayanıp göğsüne birden;

Hüsranla iner öyle sefil, öyle muhakkar:

Hâlâ o sukûtun küreden tozlan kalkar!

Yalnız o mu Bin fikr-i semâvî bu zeminde,

Bîtâb-ı taharrî kalarak âh ü eninde!

Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh

Ervâh bütün mündehiş-i “sümme radednâh!”

Sun´undaki esrâra teâlî bize memnû´

Olmaz mı, ridâ pûş dururken daha masnû´

Hurşîd-i ezelden nasıl ister ki haberdâr

Olsun daha bir zerreyi derk etmeyen efkâr

Ey nâmütenâhî sana nisbet ile mahdûd,

Mahsûr-i muhît-i kaderindir ne ki mevcûd.

Dîbâce-i evsâfını almaz bütün eb´âd,

A´dâd edemez silsile-i feyzini ta´dâd.

Ummân-ı şüûnun ki birer mevcidir a´sâr,

Her mevcesi bir lücce-i bî-sâhil-i âsâr!

Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;

Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet.

İbdâ-ı bedîin -ki cihanlarla bedâyi´

Meydâna getirmiş- bize ey Hâlik-ı Mübdi´,

Mübhem nasıl olmaz ki Adem´den değil isbât,

Bir zerre-i mevcûdu yok etmek bile heyhât,

Kâbil olamaz çıksa da bin dest-i muharrib.

Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebrîz-i garâib!

Serhadd-i ezel bed´-i hudûd-i melekûtun

Pehnâ yı ebed gâye-i sahn-ı ceberûtun.

Hükmün ki tahakküm edemez seyrine bir şey;

Bir anda bu pâyansız olan cevvi eder tayy

Bir an, diyerek eylemişim bilmiyerek, bak!

Takyîd zamanla seni ey Fâtır-ı Mutlak!

Bâkîyi beşer her ne kadar etse de tenzîh.

Fâniyyeti îcâbı, eder kendine teşbîh!

Itlâka nasıl yol bulabilsin ki tefekkür

Eşbâhı görür eyler iken rûhu tasavvur! .

***

Ey rûh-i fezâ-gerd, giran-seyr-i harîmin,

Ey nâtıka, dembeste-i esrâr-ı azîmin,

Maksûd bu hilkatten eğer ma´rifetinse;

Varmış mı o müdhiş görünen gâyete kimse

Bir sahne midir yoksa bu âlem nazarında

Bir sahne ki milyarla oyun var üzerinde!

Bir sahne ki her perdesi tertîb-i meşiyyet;

EŞhâsı da bâzîçe-i âvâre-i kudret!

Cânîleri, katilleri meydâna süren sen;

Cânîdeki, katildeki cür´et yine senden!

Sensin yaratan, başka değil zulmeti, nûru;

Sensin veren ilhâm ile takvâyı, fücûru!

Zâlimde teaddîye olan meyl nedendir

Mazlûm niçin olmada ondan müteneffir

Âkil nereden gördü bu ciddî harekâtı

Câhil neden öğrenmedi âdâb-ı hayâtı

Bir fâilin icbârı bütün gördüğüm âsâr!

Cebrî değilim… Olsam İlâhî ne suçum var

***

Bir sahne demek âleme pek doğrudur elbet;

Ancak görülen vak´alann hepsi hakîkat.

Hem öyle vekâyi´ ki temâşâsı hazindir,

Âheng-i tarab-sâzı bütün âh ü enindir!

Zîrâ ederek bunca sefâlet-zede feryâd;

Vâveyl sadâsıyla dolar sîne-i eb´âd.

Yâ Rab, bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi

Senden daha bir emr-i sükûn inmeyecek mi

Her ân ediyorsun bizi makhûr-i celâlin,

Kurbân olayım nerde senin, nerde cemâlin

Sendense eğer çektiğimiz bunca devâhî,

Kimden kime feryâd edelim söyle İlâhî

Lâ yüs´el´e binlerce suâl olsa da kurban,

İnsan bu muammâlara dehşetle nigehban.

Bir şahsa esîr olmayı bir koskoca millet,

Mekrinle mi yâ Rab sanıyor kendine devlet

Dünyâyı yakıp yıkmaya bir seyf i teaddî,

Emrinle mi yâ Rab, ediyor böyle tesaddî

Zâlimlere kahrın o kadar verdi ki meydan:

” Yok âdil-i mutlak” diyecek ye´s ile vicdan!

Yerden çıkıyor göklere bin âh-ı şererbâr,

Gökler ediyor sâde çıkan nâleyi tekrâr!

Bir yanda yanar lânesi bin hâne-harâbın,

Bir yanda söner lem´ası milyonla şebâbın.

Kalmış eli böğründe felâket-zede mâder;

Evlâdını gömmüş kara topraklara, inler!

Ağlar beriden bir sürü âvâre-i tâli´

Nan-pâre için eyliyerek ırzını zâyi;

Bükmüş oradan boynunu binlerce yetîman,

Me´vâ arıyor âileler lâne perîşan!

Mazlûm şikâyette, nedâmette sitemkâr;

Hûnâbe-i maktûle garîk olmada hunhâr!

Bîmârı, felâketliyi, üryânı, sefili,

Meflûcu, amel-mandeyi, miskîni, zelîli,

Gaddârı, cefâ-dîdeyi, mahkûmu, esîri,

Heyhât, şu pâyansız olan cemm-i gafiri

Teşhîr ile şöhret kazanan sahne-i dünyâ

Gelmez mi İlâhî sana bir kanlı temâşâ

***

Lâkin bu sefilân-ı beşerden kiminin, var

Kalbinde bir ümmîd ki encüm gibi parlar:

Îmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür…

Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür!

Mü´min -ki bilir gördüğü yekrûze cihânın

Fevkınde ne âlemleri var subh-i bekanın-

Bin cân ile elbet çekecek etse de bilfarz,

Her devri hayâtın ona binlerce belâ arz.

Ferdâdaki ezvâkı o ettikçe te´emmül,

Eyler bugün âlâma nasıl olsa tahammül…

Bir mülhidi lâkin kim eder tesliye heyhât

Sığmaz bunun âfâkına ferdâ-yı mükâfât!

Baştan başa “boşluk”şu semâlar, şu zeminler,

Birgûş-i kerem var mı akan yaşları dinler

İlcâ-yı tesâdüfle şu “boş!” âleme düşmüş;

Etrâfına binlerce şedâid gelip üşmüş.

Her lâhza boğuşmakla geçip devr-i hayâtı.

Bir Şey olacak gâye-i hüsrânı: Memâtı!

Varlıktan onun inliyerek ölme nasîbi!

Bunlar beşerin işte en âvâre garîbi!

Mü´minlere imdâda yetiş merhametinle,

Mülhidlere lâkin daha çok merhamet eyle:

Gümrâhlarındır ki karanlıklara dalmış,

Bir rehber olur necm-i emel yok da bunalmış!

Sensin bu şebistâna süren onları elbet,

Senden doğacak doğsa da bir fecr-i hidâyet.

Mülhid de senin, kalb-i muvahhid de senindir;

İlhâd ile tevhîd nedir Menşei hep bir.

Öyleyse nedendir bu tefâvüt ara yerde

Esbâb-ı tehâlüf nedir efkâr-ı beşerde

Yâ Rab, bu serâir gün olur da açılır mı

Bir leyl-i müebbed olarak yoksa kalır mı

Her zerrede âheng-i celâlin duyulurken,

Her nağmede binlerce lisan nâtık olurken,

Cilvendeki esrâr nasıl kalmada muzlim

Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim

Mehmet:
Related Post